58.000'den fazla kelime ile en kapsamlı Osmanlıca Türkçe sözlük
Aradığınız Osmanlıca kelimelerin Türkçe anlamlarını sözlüğümüzde bulabilirsiniz
CEHENNEM ne demek? CEHENNEM kelimesinin anlamı nedir?
Allah yerine, tabiat, madde, sebepler vb. yaratılmış
şeyleri ilâh kabul eden; Allah'a kul olacaklarına,
arzularına ve heveslerine, başka insanlara ve mahlukata kul
olanların işledikleri cürüm ve suçtan dolayı İlâhi adaletle
ceza görecekleri yer. Cehennem'in varlığını bütün geçmiş
peygamberler ve onların yolundan giden bütün âlimler ve
evliyalar kesin bir bilgi olarak bildirmişlerdir. Esasen
Allah'ın adaleti cehennemi gerektirir. Ezenlerle ezilenler,
haklılarla haksızlar, zâlimlerle mazlumlar, iyilerle
kötüler, inananlarla inanmıyanlar, Allah'a kul olanlarla
kula kul olanlar eşit olamaz. Allah'ın adaleti iyilere
mükâfat, kötülere cezayı gerektirir. İnkarcılar hayatı
mânasız bulmakla, ölümü de kendilerini ve bütün sevdiklerini
yok eden ebedî bir idam saymakla daha hayatta iken
cehennemin müjdecisi olan ruh bunalımını yaşıyorlar. İçki,
kumar, zevk, eğlence, sefahet onları ruh bunalımından
kurtaramıyor. Çağımız insanının huzursuzluğu ve mutsuzluğu,
inançsızlıktan kaynaklanıyor. Onların bu halleri,
inançsızlığın cezasının Cehennem olacağını
gösteriyor.Cehennem'in yedi tabakasının isimleri: Sair,
Sakar, Cahim, Hutame, Lâzı, Hâviye, Derk-i esfel.(Cehennem,
azab yeri olan ateşin ism-i alemidir ve müennestir. Arabca
"cehnam" kelimesinden me'huz, bu da cehm'den müştaktır.
Cehm, galiz ve müstekreh olmak; cehnam, dibi görünmez derin
kuyu demektir. E.T.)(Cehennem nerededir?Elcevap: $Cehennemin
yeri, bâzı rivâyatla "Tahtel-Arz" denilmiştir. Başka
yerlerde beyan ettiğimiz gibi Küre-i Arz, hareket-i
seneviyesiyle ileride mecma-ı haşir olacak bir meydanın
etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ise, Arzın o medar-ı
senevisi altındadır demektir. Görünmemeleri ve
hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateş olduğu içindir.
Küre-i Arzın seyahat ettiği mesafe-i azimede pek çok
mahlukat var ki, nursuz oldukları için görünmezler. Kamer,
nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok
küreler, mahluklar gözümüzün önünde olup
göremiyoruz.Cehennem ikidir. Biri suğra, biri kübrâdır.
İleride suğra, kübrâya inkılâb edeceği ve çekirdeği hükmünde
olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i
Suğrâ, yerin altında, yâni merkezindedir. Kürenin altı,
merkezidir. İlm-i Tabakat-ül-Arz'ca malûmdur ki: Ekseriya
her otuzüç metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd
eder. Demek merkeze kadar nısf-ı kutr-u arz, altı bin küsur
kilometre olduğundan, ikiyüz bin derece-i harareti câmi;
yâni ikiyüz def'a ateş-i dünyeviden şedit ve rivayet-i
hadise muvâfık bir ateş bulunuyor. Şu Cehennem-i Suğrâ,
Cehennem-i Kübrâya ait çok vezaifi, dünyada ve Alem-i
Berzah'da görmüş ve ehâdislerle işaret edilmiştir. Âlem-i
Âhirette, Küre-i Arz nasılki sekenesini medar-ı
senevisindeki meydân-ı haşre döker; öyle de: İçindeki
Cehennem-i Suğrâ'yı dahi Cehennem-i Kübrâ'ya emr-i İlâhi ile
teslim eder. Ehl-i İtizâl'in bâzı imamları; "Cehennem
sonradan halkedilecektir" demeleri, hâl-i hâzırda tamamiyle
inbisat etmediğinden ve sekenelerine tam münasip bir tarzda
inkişaf etmediğinden galattır ve gabavettir. Hem perde-i
gayb içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle
görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilâyet
derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar
gibi gözlerimiz olmalı ki yerlerini görüp tâyin edelim. $
Âhiret âlemi'ne ait menziller, bu dünyevi gözümüzle
görülmez. Fakat bâzı rivâyâtın işaretiyle âhiretteki
Cehennem bu dünyamızla münasebetdardır. Yazın şiddet-i
hararetine $ denilmiştir. Demek bu dünyevi küçücük ve sönük
akıl gözüyle o büyük Cehennem görülmez. Fakat İsm-i Hakim'in
nuriyle bakabiliriz. Şöyle ki: Arzın medâr-ı senevisi
altında bulunan Cehennem-i Kübrâ, yerin merkezindeki
Cehennem-i Suğrâyı güya tevkil ederek bâzı vazaifini
gördürmüş. Kadir-i Zülcelâl'in mülkü pek çok geniştir,
hikmet-i İlâhiye nereyi göstermiş ise Cehennem-i Kübrâ oraya
yerleşir. Evet, bir Kadir-i Zülcelâl ve emr-i Künfeyekün'e
mâlik bir Hâkim-i Zülkemal gözümüzün önünde kemâl-i hikmet
ve intizam ile Kamer'i Arz'a bağlamış; azamet-i kudret ve
intizam ile Arzı Güneş'e rabtetmiş ve Güneş'i seyyârâtiyle
beraber arzın sür'at-i seneviyesine yakın bir sür'at ile ve
haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre Şems-üş Şümûs
tarafına bir hareket vermiş ve donanma elektrik lâmbaları
gibi yıldızları, saltanat-ı rububiyetine nurani şâhidler
yapmış; onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini
göstermiş bir Zât-ı Zülcelâl'in kemâl-i hikmetinden ve
azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak
değildir ki Cehennem-i Kübrâ'yı elektrik lâmbalarının
fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan semânın
yıldızlarını onunla iş'al etsin; hararet ve kuvvet versin.
Yâni, âlem-i nur olan Cennet'ten yıldızlara nur verip,
Cehennem'den nar ve hararet göndersin. Aynı halde o
Cehennem'in bir kısmını ehl-i azâba mesken ve mahbes yapsın.
Hem bir Fâtır-ı Hakim ki: Dağ gibi koca bir ağacı, tırnak
gibi bir çekirdekte saklar. Elbette o Zât-ı Zülcelâl'in
kudret ve hikmetinden uzak değildir ki, Küre-i Arz'ın
kalbindeki Cehennem-i Suğrâ çekirdeğinde Cehennem-i Kübrâ'yı
saklasın.Elhasıl: Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten
ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki
meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehasındadır. Hem şu
silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri,
silsilenin iki tarafındadır. Süflisi, sakili aşağı
tarafında; nuranisi, ulvisi yukarı tarafındadır. Hem şu
seyl-i şuunatın ve mahsûlat-ı mâneviye-i arziyenin iki
mahzenidir. Mahzenin mekânı ise, mahsûlâtın nev'ine göre,
fenası altında, iyisi üstündedir. Hem ebede karşı cereyan
eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyalenin iki havzıdır.
Havzın yeri ise, seylin durduğu ve tecemmu' ettiği yerdedir.
Yâni habisâtı ve muzahrefâtı esfelde, tayyibâtı ve sâfiyâtı
âlâdadır. Hem lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki
tecelligâhıdır. Tecelligâhın yeri ise, heryerde olabilir.
Rahmân-ı Zülcemâl ve Kahhâr-ı Zülcelâl nerede isterse
tecelligâhını açar.Amma Cennet ve Cehennem'in vücudları ise,
Onuncu ve Yirmisekizinci ve Yirmidokuzuncu Sözlerde gayet
kat'i bir surette isbat edilmiştir. Şurada yalnız bu kadar
deriz ki: Meyvenin vücudu dal kadar ve neticenin silsile
kadar ve mahzenin mahsulât kadar ve havzın ırmak kadar ve
tecelligâhın, rahmet ve kahrın vücudları kadar kat'i ve
yakîndir. M.)