58.000'den fazla kelime ile en kapsamlı Osmanlıca Türkçe sözlük
Aradığınız Osmanlıca kelimelerin Türkçe anlamlarını sözlüğümüzde bulabilirsiniz
ENANİYET ne demek? ENANİYET kelimesinin anlamı nedir?
(Enâniyyet) Benlik. Kendine güvenmek, gurur. Hodbinlik.
Sadece kendine taraftarlık. Her yaptığı işi kendinden
bilmek.(Gök, zemin, dağ, tahammülünden çekindiği ve korktuğu
emanetin müteaddit vücuhundan bir ferdi, bir vechi, "Ene"
dir. Evet "Ene" , zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar âlem-i
insaniyetin etrafına dal budak salan nurani bir şecere-i
tuba ile, müthiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir. Şu azîm
hakikata girişmeden evvel, o hakikatın fehmini teshil edecek
bir mukaddime beyan ederiz. Şöyle ki:Ene, künuz-u mahfiye
olan esmâ-i İlâhiyyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın
tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı
müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene,
mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan
ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu
dahi açar. Şu mes'eleye dair "Şemme" isminde bir risale-i
Arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki:Âlemin miftahı insanın
elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zâhiren
açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak, emanet
cihetiyle, insana ene namında öyle bir miftah vermiş ki;
âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet
vermiş ki; Hallâk-ı Kâinat'ın künuz-u mahfiyesini onun ile
keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlak bir muamma ve
açılması müşkil bir tılsımdır. Eğer onun hakiki mahiyeti ve
sırr-ı hilkati bilinse; kendisi açıldığı gibi kâinat dahi
açılır. Şöyle ki:Sâni-i Hakîm, insanın eline emanet olarak
Rububiyyetinin sıfât ve şuunatının hakikatlarını gösterecek
işaret ve nümuneleri câmi' bir ene vermiştir. Tâ ki; o ene,
bir vâhid-i kıyâsi olup, evsaf-ı rububiyyet ve şuunat-ı
Uluhiyyet bilinsin. Fakat vâhid-i kıyâsi, bir mevcud-u
hakiki olmak lâzım değil. Belki, hendesedeki farazi hatlar
gibi, farz ve tevehhümle bir vâhid-i kıyasî teşkil
edilebilir. İlim ve tahakkukla hakiki vücudu lâzım
değildir.Sual : Niçin Cenab-ı Hakk'ın sıfât ve esmâsının
mârifeti, enaniyete bağlıdır?Elcevab: Çünki mutlak ve muhit
bir şey'in hududu ve nihayeti olmadığı için, ona bir şekil
verilmez ve üstüne bir suret ve bir taayyün vermek için
hükmedilmez, mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz. Meselâ:
Zulmetsiz daimî bir ziya, bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit
hakiki veya vehmî bir karanlık ile bir hat çekilse, o vakit
bilinir. İşte Cenab-ı Hakk'ın, ilim ve kudret, Hakîm ve
Rahim gibi sıfât ve esmâsı; muhit, hudutsuz, şeriksiz olduğu
için onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve
hissolunmaz. Öyle ise, hakiki nihayet ve hadleri
olmadığından farazî ve vehmî bir haddi çizmek lâzım geliyor.
Onu da enaniyet yapar. Kendinde bir rububiyyet-i mevhume,
bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder; bir had
çizer. Onun ile muhit sıfatlara bir hadd-i mevhum vaz'eder.
"Buraya kadar benim, ondan sonra O'nundur" diye bir taksimat
yapar. Kendindeki ölçücükler ile, onların mahiyetini yavaş
yavaş anlar. Meselâ: Daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle,
daire-i mümkinatta Hâlikının rububiyyetini anlar ve zâhirî
mâlikiyyetiyle, Hâlıkının hakiki mâlikiyyetini fehmeder ve
"Bu haneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şu kâinatın
malikidir." der ve cüz'i ilmiyle O'nun ilmini fehmeder ve
kesbî san'atçığıyla O Sâni-i Zülcelâl'in ibdâ-i san'atını
anlar. Meselâ: "Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim.
Öyle de şu dünya hanesini birisi yapmış ve tanzim etmiş"
der. Ve hâkezâ... Bütün sıfât ve şuunat-ı İlâhiyyeyi bir
derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahval ve sıfât
ve hissiyat, enede münderiçtir. Demek ene, âyine-misâl ve
vâhid-i kıyasî ve alet-i inkişaf ve mâna-yı harfî gibi;
mânası kendinde olmayan ve başkasının mânasını gösteren,
vücud-u insâniyetin kalın ipinden şuurlu bir tel ve
mâhiyet-i beşeriyenin hullesinden ince bir ip ve şahsiyet-i
âdemiyyetin kitabından bir eliftir ki, o elifin "İki yüzü"
var. Biri, hayra ve vücuda bakar. O yüz ile yalnız feyze
kabildir. Vereni kabul eder: Kendi icad edemez. O yüzde fâil
değil; İcattan eli kısadır. Bir yüzü de şerre bakar ve ademe
gider. Şu yüzde o fâildir, fiil sahibidir. Hem, onun
mahiyeti, harfiyedir; başkasının mânasını gösterir.
Rububiyeti hayâliyedir. Vücudu o kadar zaif ve incedir ki;
bizzat kendinde hiçbir şey'e tahammül edemez ve yüklenemez.
Belki, eşyanın derecat ve miktarlarını bildiren
mizân-ül-hararet ve mizân-ül-hava gibi mizanlar nev'inden
bir mizandır ki, Vâcib-ül Vücud'un mutlak ve muhit ve
hudutsuz sıfâtını bildiren bir mizandır.İşte, mahiyetini şu
tarzda bilen ve iz'an eden ve ona göre hareket eden $
beşaretinde dâhil olur. Emaneti bihakkın edâ eder ve o
ene'nin dürbüniyle, kâinat ne olduğunu ve ne vazife
gördüğünü görür ve âfâki malûmat nefse geldiği vakit, ene'de
bir musaddık görür. O ulum, nur ve hikmet olarak kalır.
Zulmet ve abesiyete inkılâb etmez. Vaktâki ene, vazifesini
şu suretle ifa etti; vâhid-i kıyâsi olan mevhum rububiyetini
ve farazi mâlikiyetini terkeder. Hakiki ubudiyetini takınır.
Makam-ı "ahsen-i takvim"e çıkar.Eğer o ene, hikmet-i
hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terkederek kendine
mâna-yı ismiyle baksa kendini mâlik itikad etse; o vakit
emanete hiyânet eder. $ altında dâhil olur. İşte bütün
şirkleri ve şerleri ve dalâletleri tevlid eden enaniyetin şu
cihetindendir ki, semâvat ve arz ve cibal, tedehhüş
etmişler; farazi bir şirkten korkmuşlar. Evet ene ince bir
elif, bir tel, farazî bir hat iken, mahiyeti bilinmezse,
tesettür toprağı altında neşvünema bulur; gittikçe
kalınlaşır. Vücud-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir
ejderha gibi, vücud-u insanı bel'eder. Bütün o insan, bütün
letâifiyle âdeta ene olur. Sonra nev'in enaniyeti de bir
asabiyet-i nev'iye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet
verip, o ene, o enaniyet-i nev'iyeye istinad ederek, şeytan
gibi, Sâni-i Zülcelâl'in evamirine karşı mübareze eder.
Sonra kıyas-ı binnefs suretiyle herkesi, hattâ herşeyi
kendine kıyas edip, Cenab-ı Hakk'ın mülkünü onlara ve esbaba
taksim eder. Gayet azîm bir şirke düşer...Evet, nasıl mirî
malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hâzır
arkadaşlarına birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir.
Öyle de: "Kendime mâlikim" diyen adam, "Herşey kendine
mâliktir" demeye ve itikad etmiye mecburdur.İşte, ene, şu
hâinâne vaziyetinde iken; cehl-i mutlaktadır. Binler fünunu
bilse de, cehl-i mürekkeble bir echeldir. Çünki duyguları,
efkârları; kâinatın envâr-ı mârifetini getirdiği vakit,
nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve idame edecek
bir madde bulmadığı için, sönerler. Gelen herşey, nefsindeki
renkler ile boyalanır. Mahz-ı hikmet gelse; nefsinde,
abesiyet-i mutlaka suretini alır. Çünki şu haldeki ene'nin
rengi, şirk ve ta'tildir, Allah'ı inkârdır. Bütün kâinat
parlak âyetlerle dolsa; o ene'deki karanlıklı bir nokta,
onları nazarda söndürür; göstermez. S.)
"ENANİYET" kelimesine ilk yorumu yazan sen ol.