58.000'den fazla kelime ile en kapsamlı Osmanlıca Türkçe sözlük
Aradığınız Osmanlıca kelimelerin Türkçe anlamlarını sözlüğümüzde bulabilirsiniz
MUHAMMED ne demek? MUHAMMED kelimesinin anlamı nedir?
Pek çok tekrar tekrar övülmüş, medhedilmiş meâlinde bir
isim olup ilk olarak Peygamberimize (A.S.M.) verilmiştir.
(Allahımızın bütün insanlara son peygamberi olan Hz.
Muhammed (A.S.M) Efendimiz, Arabistan'da Mekke-i Mükerreme
şehrinde milâdi 571 tarihinde dünyaya teşrif
etmişlerdir.Fahr-i Âlem Efendimiz, Kureyş kabilesinden ve
Haşim âilesindendir. Muhterem pederinin adı Abdullah,
dedesinin adı Abdülmuttalib, vâlidesinin adı ise
Amine'dir.Peygamberimizin (A.S.M.) baba cihetinden mübarek
nesebleri şöyledir. Hz. Muhammed İbn-i Abdullah, ibn-i
Abdulmuttalib, Haşim, Abdi Menaf, Kusey, Hakim, Mürre, Keab,
Lüey, Galib, Fihr, Mâlik, Nazr, Kinane, Huzeyme, Müdrike,
İlyas, Mudar, Mirar, Mead, Adnan. Adnan da İsmâil
Aleyhisselâm'ın oğlu Kıyzar'ın neslindendir. Adlarını
yazdığımız bu zatlardan her birinin evlâdı birçok kabilelere
ayrılmış, Mâlik'in oğlu Fihr'in evlâdından da Kureyş
kabilesi teşekkül etmiştir.Resul-i Ekrem Efendimizin
(A.S.M.) vâlidesi cihetinde yüksek nesebleri de şöyledir:
Hz. Muhammed ibn-i Amine Bint-i Vehb, ibn-i Abdi Menaf,
ibn-i Zühre, ibn-i Hâkim.Peygamber Efendimizin (A.S.M.)
babası tarafından mübârek nesebiyle anası tarafından nesebi,
Mürre oğlu Hâkim'de birleşirler.Peygamber Efendimizin dedesi
ve zamanında Kureyş kabilesinin reisi bulunan Abdülmuttalib,
Kâbe-i Muazzama'nın mütevellisiydi. Ebu Tâlib, Ebu Leheb,
Hâris, Zübeyr, Hamza, Abbas, Abdullah v.s. adında onüç oğlu
vardı. Fakat bunların içinde en fazla Abdullah'ı severdi.
Çünki onda başka bir güzellik, başka bir nuraniyet vardı.
Abdülmuttalib, bu sevgili oğluna Benî Zühre reisi Vehb'in
kızı Amine'yi nikâhla aldı. Abdullah Hazretleri, Peygamber
Efendimiz doğmadan iki ay evvel bir ticaret kafilesiyle
Medine-i Münevvere'ye gidip orada vefat etti ki, daha
yirmibeş yaşında bulunuyordu. Bu cihetle Fahr-i Âlem
Efendimiz (A.S.M.) yetim kaldı.Peygamber Efendimizin
çocukluk devresi pek kudsi bir halde geçmiştir. Daha doğar
doğmaz bir takım hârikalar meydana gelmiştir. (Bak: Delâil-i
Nübüvvet) Süt anası, Beni Sa'd kabilesinden Haris'in
refikası Halime idi. Dört sene onun yanında kaldı. Annesi
Hz. Amine ile birlikte Medine-i Münevvere'ye dayı-zâdeleri
bulunan Neccar oğullarını ziyarete gittiler. Sonra Mekke-i
Mükerreme'ye dönerlerken Hz. Amine, Ebva denilen yerde daha
yirmi yaşında olduğu halde vefat etti. Altı yaşında öksüz
kalan Peygamberimizi, Ümmieymen adındaki dadısı alıp,
Mekke-i Mükerreme'ye getirip dedesi Hz. Abdülmuttalib'e
teslim etti. İki sene sonra da dedesi vefat edince amcası
Ebu Tâlib'in yanında kaldı.Peygamber Efendimiz gençliğinde
Kureyş kabilesi arasında büyük bir şeref ve şânı haiz
bulunuyordu. Kendisine "Muhammed-ül Emin" deniliyordu.
Yirmibeş yaşında iken, pek yüksek bir ruha sahib, pek
şerefli bir hânedana mensub olan ve daha genç iken dul
kalmış olup çok zengin olan Huveylid kızı Hatice ile
evlendi. Peygamber Efendimiz, tam kırk yaşlarına girince
Peygamberlik şerefine nâil oldu. Kendisine peygamberlik
verilince ilk evvel çevresinde bulunan kişileri hususi
surette İslâm dinine dâvet etmişti. Bu dâveti ilk önce Hz.
Hatice vâlidemiz kabul etti. Sonra Kureyşin büyüklerinden
olan Hz. Ebubekir-is sıddık ile Peygamberimizin âzatlısı
olan Zeyd ibn-i Harise ve peygamberimizin amcası Ebu
Tâlib'in oğlu olup, henüz dokuz-on yaşlarında olan Hz. Ali
kabul ettiler. Bir müddet sonra da Hz. Ebubekir'in
vasıtasıyla Osman bin Affan, Abdurrahman ibn-i Avf, Sa'd
ibn-i Ebu Vakkas, Zübeyr ibn-ül Avvam, Talha-t-übnü
Ubeydullah Hazretleri İslâmiyetle müşerref oldular.Bi'setin
ondördüncü senesinde Mekke'deki müslümanlar, Medine-i
Münevvere'ye hicret ettiler. Peşinden de Peygamberimiz Hz.
Ebubekir ile birlikte hicret etti. (Bak:
Hicret)Peygamberimiz (A.S.M.) hicretin onbirinci senesinin
Rebiülevvel ayının onikisinde pazartesi günü Medine-i
Münevvere'de hücre-i saadetinde vefat etti.) (B.İ.İ.)(Şu
kâinatın Sâhib ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve
hikmetle tasarruf ediyor. Ve her tarafı görerek tedvir
ediyor. Ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her
şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek
tedvir ediyor. Mâdem yapan bilir; elbette bilen konuşur.
Mâdem konuşacak, elbette zişuur ve zifikir ve konuşmasını
bilenlere konuşacak. Mâdem zifikirle konuşacak; elbette
zişuurun içinde en cem'iyetli ve şuuru külli olan insan
nev'i ile konuşacaktır. Mâdem insan nev'i ile konuşacak,
elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan
olanlarla konuşacak. Mâdem en mükemmel ve istidâdı en yüksek
ve ahlâkı ulvi ve nev'-i beşere muktedâ olacak olanlarla
konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakı ile, en
yüksek isti'datta ve en âli ahlâkta ve nev-i beşerin humsu
ona iktida etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına
girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyası ile bin üçyüz
sene ışıklanmış; ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı
mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona
dua-i rahmet ve saadet edip, ona medh ve muhabbet etmiş olan
Muhammed (A.S.M.) ile konuşacak.. ve konuşmuş ve Resul
yapacak ve yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve
yapmıştır. M.) (Bak: Fahr-i Kâinat ve Resulullah ve Mefhar-ı
mevcudat)(Zât-ı Zülcelâl (C.C.) demiş: $ Bütün ümmet, hattâ
düşmanları da dahil olduğu halde icma etmişler ki, bütün
ahlâk-ı haseneye câmi'dir.Nübüvvetten evvel ondaki ahlâk-ı
hamidenin kemâline tercüman olan Muhammed'ül Emin ünvaniyle
iştihar etmişler.Hazret-i Aişe (R.A.) her vakit derdi: $
Demek Kur'an tazammun ettiği bütün ahlâk-ı haseneye câmi
idi. İşte o Zât-ı Kerimde icma-ı ümmetle tevatür-ü mânevî-i
kat'îyle sabittir ki; insanların sîreten, sureten en cemili
ve en halimi ve en sâbiri ve en şâkiri ve en zâhidi ve en
mütevazii ve en afifi ve en cevâdı ve en kerimi ve en rahimi
ve en âdili, herkesten ziyade mürüvvet, vakar, afv, sıhhat-ı
fehim, şefkat gibi ne kadar secâya-yı âliyye varsa en
mükemmel bir fihriste-i nuranîsidir. Bunların içindeki
nokta-i i'caz şudur ki: Ahlâk-ı hasene çendan birbirine
mübayin değil, fakat derece-i kemâlde birbirine müzaheme
eder. Biri galebe çalsa öteki zayıflaşır. Meselâ: Kemâl-i
hilm ile kemâl-i şecaat, hem kemal-i tevazu ile kemal-i
şehamet, hem kemal-i merhamet ve mürüvvet, hem tam iktisat
ve itidal ile tamam-ı kerem ve sehavet, hem gayet vakar ile
nihayet haya, hem gâyet şefkat ile nihayet Elbuğzu fillah,
hem gayet afv ile nihayet izzet-i nefs, hem gayet tevekkül
ile nihayet içtihad gibi mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime birden
derece-i âliyyede bir zâtta içtimâı müzayakasız inkişafları
mu'cizelerin mu'cizesidir. Bediüzzaman)
"MUHAMMED" kelimesine ilk yorumu yazan sen ol.